20 Aralık 2011 Salı

Hatay'a Hoşgeldik ...

Bir çoğumuz için Hatay,sadece Türkiye'nin güneydeki en uç noktasındaki il belki de. Benim için de öyleydi.. Ta ki geçen hafta Hatay'a yemek dolu, kültür dolu bir tur yapana kadar .

Hatay bundan böyle; tarih,  yemek,  kültürler mozaiği, samimi insanlar... demek benim için.
Yağmurlu bir cuma gecesi indik Hatay Havaalanına.  Henüz bir kaç yıllık bir tarihe sahip olan havaalanı modern görüntüsüne rağmen yağmura biraz boyun eğmiş görülüyor. Su birikintileri terminal binasına girmeye çalışan yolcuları zorluyor biraz.

Ulaşımda zorluk yaşamamak adına daha önceden kiraladığımız aracımızı alarak,  otelimize doğru yol alıyoruz. Havaalanından Antakya merkeze 25 km'lik bir yolculuk başlıyor. Gece 11 gibi Harbiye'deki otelimize ulaşıyoruz. Ertesi gün yoğun bir gezi programı bizi bekliyor.

Hatay Serüveni Başlıyor...
İlk olarak dünyanın 2. büyük mozaik müzesi denilen Antakya Müzesine gidiyoruz.  Müze kart kullanabileceğiniz müze dışardan bakınca oldukça küçük görülüyor. Nasıl oluyor da dünyanın 2. mozaik müzesi diye düşünüyoruz.

                                      
Biraz bakımsız geliyor müze, antep'te yapılan mozaik müzesi ile karşılaştırıyoruz belki de istemeden.  Oysa ki Antep'teki müze'de bir kaç ay öncesine kadar Antakya müzesi kadar eski ve biraz da kötü bir durumdaydı, onu unutuyoruz.
Bir çok değerli mozaik ve heykel görüyoruz. Özellikle eski dönemlere ait takılar çok dikkat çekici.  bugünkü takılardan hiç bir farkları yok adeta. Hatta daha şık takılar bile var.
Müze'nin en değerli eseri özel bir odada ziyaretçilere sunulan Antakya Lahdi. Çok görkemli bir lahit karşılıyor bizi. Gözümüzü lahdin üstündeki işçilikten alamıyorken,  bir de içinden çıkanları görünce şaşkınlığımız daha da artıyor.  3 iskelet çıkarılmış lahitten, bir erkek, olgun bir kadın ve genç bir kadın iskeletleri... bir aile olduğu düşünülüyor. İçinden çeşitli takılar, paralar çıkarılıyor. 3 farklı döneme ait para çıktığını söylüyor görevlilerden biri. 7 ton ağırlığındaki lahdin kapağının en az 3 defa açıldığının anlaşıldığını söylüyor.
Mozaik müzesinden çıkınca Asi nehrinin üzerinden geçip, eski antakya'ya doğru yürüyoruz. Asi nehri biraz hayal kırıklığı yaratıyor, belki de daha heybetli, gürül gürül akan bir nehir görmek istiyoruz, adına yakışır bir şekilde. oldukça yüksek bir mesafeden balık avlayan bir adam dikkatimizi çekiyor. sepetinde tuttuğu değişik bir balık var üstelik. 
Nehri geçip eski antakya tarafına geldiğimizde önce meşhur uzun çarşıyı görelim istiyoruz.  biraz yürüdükten sonra Uzun çarşı tabelası ile karşılaşıyoruz. İçinde çok çeşitli ürünlerin satıldığı, çeşitli zanaatların örneklerini görebileceğiniz, yemek yiyebileceğiniz bir çarşı burası.  Defne sabunu, nar ekşisi gibi ürünleri buradan alıyoruz.
Uzun çarşı sonrası eski antakya evlerinin arasından ve dar sokaklarından geçerek Kurtuluş caddesine çıkıyoruz. Bu cadde çok ilginç bir yer. Cami, havra ve kilisenin hepsini bu cadde üzerinde görebiliyoruz.
Eski bir kıraathane arıyoruz sonrasında, haytalı'sı meşhur diyorlar. Kıraathaneye girdiğimde benden önce oraya giden arkadaşımı arıyor gözlerim ama yok. Kadın-erkek rahatça oturulan bir kahve denildiği halde sadece yaşlı amcaların orada olduğunu görüp, biraz da ne işim var burda diyerek dışarı çıkmaya yelteniyorum ama kahve sahipleri sesleniyor. Birini bakmıştım diyorum, arka taraftadır diyorlar. Eski, dar bir kapıdan affan kıraathanesinin avlusuna çıkıyorum ve arkadaşımla buluşuyorum. Havanın soğuk olmasına rağmen bu şirin avluda buz gibi haytalımızı yiyoruz.
İlk mağara kilise...
2. günümüzde dünyanın ilk mağara kilisesi olan St. Pierre kilisesine gidiyoruz. Kurtuluş caddesinin bir ucunda biraz tepeye doğru yol alıyoruz. Arabadan iner inmez Antakya'lı çocuklar sarıyor etrafımızı ve kilisenin tarihini anlatmak için adeta yarışıyorlar. Biz de onların bu isteklerine kayıtsız kalamıyoruz ve başlıyoruz dinlemeye. Belki hızlı olduklarından belki de yöreye özgü lehçelerinden biraz anlamak da zorluk çeksek de keyifle dinliyoruz çocukları.
Kilise, etkileyici bir güzellikle karşımıza çıkıyor. Antakya'yı tepeden görebiliyoruz. kilisenin içi küçük ama büyüleci bir atmosfere sahip. Müzekartımız burada da işimizi görüyor.

Kiliseden çıktıktan tepeye doğru yolculuğumuz devam ediyor. Cehennem Kayıkçısı kabartmasına kayalıklar arasından hafif zor bir şekilde ulaşıyoruz. Tamamlanmayan bir kadın portresi ile 1.yy'da yaşanan veba salgınının hüznünü hissediyoruz adeta.
2. günümüzde gördüğümüz bir diğer adres; Harbiye. Kış gününde gittiğimiz için biraz bakımsız geliyor. Ancak bahar ve yazda çok daha güzel olacağını düşünüyorum. Hatay'lılar Harbiye'yi çok seviyorlar ve görülmesi gereken yerlerden biri olarak mutlaka öneriyorlar. küçük şelalelerden oluşan Harbiye'de restaurantlarda bulunuyor. Harbiye girişinde satıcıların tezgahlarındaki resimler hangi coğrafyada olduğumuzu anlatıyor.



Hediyelikler, Görülmesi Gereken Diğer Yerler
Eski bir Antakya evinin restore edilerek Antakya'ya özgü hediyelik eşyaların satıldığı Soterya Antakya Evi'ne uğruyoruz. Böyle bir evimiz olsa bizim de diyoruz, avluya çıkan odalar, avlu'ya vuran öğleden sonra güneşi bizi mest ediyor.
Soterya gibi yine Antakya evinin müzeye dönüştürülmüş hali olan Cam müzesini de görmeden dönmeyelim diyoruz. İlginç cam eserler görüyoruz, mesela gözyaşı şişeleri hikayeleri ile etkiliyor bizi. Kadınlar, kocaları savaşa gittiklerinden gözyaşlarını bu şişelerde biriktirirlermiş ve geldiklerinden kocalarının yokluğunda ne kadar ağladıklarını bu şişelerle kanıtlarlarmış. bir başka inanışa göre ise ölülerin 2. yaşamlarında rahat etmeleri için doldurularak mezarlarına konulurmuş.

Anadolu Antika ise antika eserleri gördüğümüz hem de Antakya kahvelerimizi içtiğimiz son mekanımız oluyor. Antikalarla dolu 2 oda'da zamanda yolculuk yapıyoruz. Gramofondan, eski sandıklara, saatlere,  aynalara kadar bir çok eşya bulunuyor.

Antakya'nın en güzel otellerinden biri olan Savon Hotel'de kalamadık ama sabah kahvemizi burada içmeye karar verdik. Eski bir sabunhane olan bu yer, restore edilerek Otel halini almış ve çok da güzel olmuş.. otelin bahçesindeki hediyelik eşya dükkanından yine yöreye ait ürünleri görüyoruz, kendimize hediye olarak ipek eşarplar alıyoruz.

Baştacımızsın Antakya'nın güzel insanları...
Tarih, yemek derken Antakya'dan aklımızda kalan asıl güzellik ise Antakya'nın sıcak, misafirperver güzel insanları. Hoşgeldiniz diyorlar... Bir yere girerken değil ama oradan çıkarken hoşgeldiniz diye sesleniyorlar. İlk başta şaşırıyoruz acaba başkalarına mı diyorlar diye ama sonra anlıyoruz ki biz giderken iyi ki geldik diye hoşgeldiniz diyorlar.
Baştacımızsın diye sesleniyor yöre halkından biri. Evine misafir olduğumuz yöre halkından bir teyze,  gitmeyin yemek koyalım derken, biz zahmet vermeyelim dediğimiz de bizi işte bu sözle baştacı ediyor.
Aynı sokak için de hem müslüman hem hristiyan evler yan yana, karşı karşıya kardeşlik içinde yaşıyorlar. Esnaf her daim yardımsever.
Sokakta bizi gören çocuklar sarıyor etrafımızı, abla fotoğrafımızı çeksene diyorlar. Çekinmeden, utanmadan konuşmaya başlıyorlar bu uzaklardan gelen yabancılarla.  Fotoğraflarını çektikten sonra onları minik dünyalarında bırakarak İstanbul'a doğru yolculuğumuza hazırlanıyoruz.

Antakya'da ve Hatay'da görülecek daha bir çok yer bulunuyor, ancak bizim onları görmek için fazla zamanımız olmadığından aklımızda yemekler, tarih, hoşgörü ve sıcak insanlar kalarak ayrılıyoruz Hatay'dan... ve diyoruz ki;Hatay'a Hoşgeldik, iyi ki gittik ve gördük...

18 Aralık 2011 Pazar

Yurtdışı Seyahat için İpuçları - 8

Ve yolculuğunuza bir kaç gün kaldı... Artık son kontrollerinizi yapmalısınız.
  • Yurtdışı çıkış harcı yatırılmalı.  Bu harcı havaalanında da ödeyebileceğiniz gibi bankalardan da ödeyebilirsiniz. (çıkış harcı: 15 TL)
  • Gideceğiniz yerin hava durumunu mutlaka kontrol etmelisiniz. Bavulunuza hava koşullarına uygun kıyafetler koymalısınız.
  • Fotoğraf makinesi ve kameralarınızın şarjları ile hafıza kartlarını hazırlamalısınız.
  • Yağmurda fotoğraf makinenizin ıslanmaması için buzdolabı poşeti koymanızı ve yağmurda hemen makinenin üstüne geçirmenizi tavsiye ederim.
  • Seyahat sigortanızı yaptırmalısınız. 15-20 TL gibi bir rakam tutuyor.
  • Pasaport ve diğer evraklarınızı yanınıza almayı unutmayın...
  • Pasaportunuzun en az 6 daha geçerlilik süresi olup olmadığını mutlaka kontrol edin.
  • Havaalanına ulaşım için alternatiflerinizi araştırın. Havaş, taksi, otobüs, servis yada shuttle... hangisi bütçenize ve zamanınıza uyuyorsa onu seçin..
Şimdilik aklıma gelen ipuçları bunlar... bunlar tabiki benim gözlerim,  herkesin doğrusu farklı olabilir.  aklıma yenileri geldikçe güncellemeler yapacağım...